Kurmaca gerçek değildir, ama hakikat üretir.

”Kendi biçimini bulamamış her şey” diyor Ricardo Piglia “Yok Şehir”de, “gerçeğin eksikliğinin acısını çeker.”
Bunu romanın doksan dokuzuncu sayfasında okuyoruz. Bazen bu cümleyi bulmak için 99 sayfayı defalarca yazmanız gerekebilir. Atölyelerde hep kurmacanın gerçeklikle ilişkisi hakkında konuşuyoruz. Dünyanın en yalın meselesi olduğunu söyleyemeyeceğim; üzerinde düşündükçe, üzerine düştükçe, yolun, düşünce parkurunun gizli kapaklı engellerine takılıyor aklımız.
Piglia’nın bir karakterinin aklından geçirtiverdiği şu cümle, keskin kuşatıcılığıyla kavradı beni. Şu berraklıktaki bir sözü bulandırmak pahasına biraz yakından bakalım istedim. Bir kurmacaya gerçeklikten kalkarak soru soruyorsak ve eğer sorun sadece ve yalnızca bizim “yanlış” okurluk/izleyicilik tutumumuzdan kaynaklanmıyorsa -yani Don Quixote gibi kurmacayı gerçekle karıştıracak kadar delirmediysek- büyük ihtimalle kurmaca gemisi gövdesindeki çatlaklardan su alıyordur. Bu şu demek; kurmaca kendini gerçeklikten ayıramamış, kurmacalığını unutmuş ve salt kurmaca olmanın o müthiş fırsatlarını kaçırmaya başlamıştır. Bir sanat yapıtı üstünde yüzmesi gereken gerçeği içine doğru sızdırıyorsa, bir zaman sonra onun gerçeklik tarafından dibe çekileceğine, boğulacağına emin olabiliriz. Metaforlar, metaforlar…
Yıllar önce Devlet Tiyatrosu’nda Sam Shepard’ın “Vahşi Batı”sını izliyorduk. Bir kutu dekor. O kadar özenilmiş ki açık mutfaklı salon dekoruna, oyuncu sahneye gelir gelmez dekorun ne denli “gerçek” olduğunu bize göstermek için, içleri erzakla dolu dolap kapaklarını açıp içini gösteriyor, musluğu açıp su akıtıyor, ocağı yakıp yanabildiğini gösteriyordu. Hikâye; annesinin evini, yazacağı roman için bir tür inziva mekânı olarak kullanan yazarla açılıyordu. Anneye evini kullanmak karşılığında verilen sözlerden biri olan “çiçeklerini sulamak”, sahnenin gerisindeki “french window”u açarak sulanan çiçeklerle tutuluyordu. Birkaç dakika sonra uzun zamandır çölde yaşayan, serkeş, sarhoş, aylak kardeş gelecektir bu eve. Girer girmez de ne kadar kaba, ince ruhlu sanatçı kardeşinden ne denli farklı olduğunu göstermek için o dar balkondaki çiçeklere işeyecektir. Fakat bu noktada garip bir şey olur ve seyir yerinde “şırrr” diye bir “çiş yapma efekti” duyarız. Ve bu bizde – galiba biraz da pislik olsun diye- “efekt nedir ya, ne kadar yapay, keşke gerçekten o tarafa doğru işese” gibi tiyatro koltuğundan düşen bir yorum yaptırır. Zira “-mış gibi yapsın” da seyredelim diye güle oynaya, bile bile gittiğimiz tiyatroda bize sahnenin bu kadar gerçek olduğuna yeminler edildiğinde artık onu “gerçeklikle” sınama hakkımız doğmuştur. Ve kötü haber; gerçeklikle buradan yarışamazsınız, dışardaki gerçek her zaman daha gerçektir.
Şimdi Piglia’ya dönelim. “Kendi biçimini bulamamış her şey”in “gerçeğin yokluğunun acısını” çekmesi bu demek bence. Bu örnekte kendi biçimini bulamamış tiyatro oyunu, gerçeği sızdırmaya başlar; onun acısıyla batar. Son bir şey gitmeden; kurmaca gerçek değildir, ama hakikat üretir.
Not: Web sitesindeki yorumlar, mutlaka sosyal ağ internet portalının görüşlerini değil, yazarlarının görüşlerini yansıtmaktadır. Hakaret, küfür ve kaba ifadelerden kaçınılması talep edilir. Yorumlar filtreleme sisteminden geçip onaylanır ayrıca bildirim açıklamaları olmadan yorumları silme hakkımızı saklı tutarız.
0 Yorum