Beliz Güçbilmez

Selfie çağında kendini yazmak

Selfie çağında kendini yazmak Selfie çağında kendini yazmak

Yaşamak mı, Yazmak mı? Ne yaşadık da ne yazacağız? Agamben'in bir kitabını okurken -o da başka bir yazıya-  “yaşamak mı, yazmak mı?” gibi neden kurulduğunu hiçbir zaman tam olarak anlamadığım bir karşıtlığı anlar gibi oldum bunun üzerine düşünürken.

Hemingway falan değilsek küçücük hayatlarımız var. Hep aynı kısırdöngüyü tamamlayıp çekip gidiyoruz işte. Yazmaya başladığımızda bir kalıntının üzerine kurulacak bir binanın inşasına başlarız. Aklımızda kalanı, bedenimizde anısı olanı,  bizden önce kurulmuş hikâyelerin anısı,, hiç fark etmiyor. Yazı bir yokluk, orada olmayış, demek ki temsil fikrine bağlıyor kendini. Bu nedenle “kendini yaz” öğüdüne dört elle tutunanlar, esasen şunu diyor olmalı, “sende kalanı yaz. Sende kalan zaten hep senden öncekileri de içeriyor. Eğer önermeyi yanlış anlayıp “ben, ben” diye tutturmazsak, bu da zaten mümkün olan tek yol, malumun ilamı gibi görünüyor. 

En çok pompalandığı çağda “selfie”ye direnmek zor. Bir manzarayı arkamıza aldığımızda sadece sembolik olarak arkamızda kalmış bir dünyayı resmediyoruz ama fiilen olan şu, içine kendimizi -o her neyse- yerleştiremediğimiz bir dünyayı gösterilmeye layık bulmuyoruz. Ve bu aynı zamanda bir duruma, bir ana, karşıdan bakma fırsatı yaratan kurmaca mesafesini kaçırmak demek. Affedersiniz de “mabadımızla gördüğümüz” bir dünya tasviri. Dünyayı göze alamamak desek mi? Daha da pisleşebilirim, duruyorum. 

Yanlış anlaşılmış haliyle “Kendini yazmak” bir bakıma selfie çekmek. John Berger yetişsin yine yardımımıza . Sanatla Direniş’ten . Otoportreler çağında “poz kesme salgın halindeydi. Bunun da fenomenolojik bir sebebi var. Bir res­sam kendi sol elini bir başkasının eliymiş gibi çizebilir. İki ayna kullanarak kendi profilini bir yabancıyı inceliyormuş gibi çizebilir. Ama aynaya karşıdan baktığında tuzağa yakalanır: Gördüğü yüze verdiği tepki o yüzü değiştirir. Ya da başka bir şekilde ifade eder­sek, o yüz kendisine hoşlandığı ya da sevdiği bir şey sunabilir. Yüz kendini düzenler. Caravaggio'nun Narkissos tablosu bunun mü­kemmel bir ömeğidir.” 

 

Oysa  okurun bir yazardan beklediği şey onun manzara karşısındaki (görünmez) sırtı. Onun gözünden, onun merceğinden baktığımızı bilerek ama içinde onun olmadığı onun tarafından çekilmiş fotoğrafa bakıyoruz. Yazar metnin içinde temsil gramerine uyarak bulunmalı. Anlattıklarının yokluğuna tutunduğu kadar, kendi yokluğunu da kurmalı. Yapıtların yazarlarının yokluğunda hayatta kalmasını ancak böyle açıklayabiliyorum. 

Not: Web sitesindeki yorumlar, mutlaka sosyal ağ internet portalının görüşlerini değil, yazarlarının görüşlerini yansıtmaktadır. Hakaret, küfür ve kaba ifadelerden kaçınılması talep edilir. Yorumlar filtreleme sisteminden geçip onaylanır ayrıca bildirim açıklamaları olmadan yorumları silme hakkımızı saklı tutarız.

Yorum *
Ad Soyad *
Ad soyad gizliliği *

0 Yorum