Bir Kurmaca "Açık Uçlu" Olabilir mi Sahiden?

John Cheever, atölyenin sevgili insanlarının ufkuna Raymond Carver’ın Tren öyküsü’nün alınlığı ve yayıncının dipnotu ile düşüyor en çok. “John Cheever için…” sonra aynı sayfanın altına kayıyor gözlerimiz; bir açıklama; “Bu öykü, John Cheever’ın Yüzücü adlı derlemesindeki “Beş Kırk Sekiz” öyküsünün devamı niteliğindedir.”
Bir başkasının bıraktığı yerden bir öyküyü sürdürmenin bütün bir insanlık tarihine, insanın yeryüzündeki serüvenine atfedilebilir olması bir yana, somut olarak Blake adındaki patronun sekreteri Miss Dent’le bir akşam içki içip birlikte olmasının ardından onu işten çıkartması üzerine kurulu bir ‘intikam’ hikâyesi Cheever’ınki. Miss Dent, Blake’in iş çıkışına gelir; takibi, patronu tarafından fark edilir ama atlatılamaz. Blake’in her gün evinee gitmek için bindiği banliyö treninde karşısına çıkar bir kez daha. Trenden birlikte inerler. Ve hikâyenin sonu
“Blake artık güvendeydi. Ayağa kalktı, şapkasını yerden aldı, evine yürüdü”.
Ardından “Tren”. Blake’i orada öylece bırakmış Miss Dent’i takip eden bu kez Raymond Carver. Cheever’in odaklandığı Blake’in yerine, perspektifi oradan öylece ayrılan Miss Dent’e çeviriyor. Öyküyü yaratan fikir buralarda bir yerlerde olmalı; Cheever okuyucusu olarak soruyor Carver: “Peki ya Miss Dent? Ona ne oldu?”
Soru meşru, ama yalnızca bize yeni bir kurmaca yazdıracaksa. Yani bu soruya ancak bir başka kurmaca yanıt verebilir, çünkü bu gerçek hayat değil. Aksi takdirde sorunun da, olası yanıtlarının da Cheever’ın öyküsüne bir katkısı yok. Bu, üzerine ikinci kez düşünmediğimiz o ezber “açık uçlu final” meselesinin önüne getirip bırakıyor bizi. Soruyu şuradan soruyorum; bütün o hikâyeyi oluşturmuş yazar, gerçekten final için benim katkıma mı ihtiyaç duyuyor? Her birimizin okurluk/izleyicilik pozisyonundan üreteceği birbirinden farklı finallerin o tekil hikâyeye nasıl bir katkısı olabilir? Bir hikâyenin finalinden sonra neler olabileceğini düşünmek neden “açık uçlu” olduğunu iddia ettiğimiz kurmacalara özel olsun ki? Ez cümle; ya bütün kurmacaların “açık uçlu” olduğunu kabul etmeliyiz, ya da hiçbir öykünün açık uçlu olduğunu iddia etmemeliyiz. Sahiden bin sayfadır takip ettiğimiz Anna Karenina’nın kocasına, aşığına, çocuklarına ne olduğunu hiç merak etmiyor muyuz?
Bu, hayatla kurmacayı karıştırmak demektir. Anlam hikâyenin başı ile sonu arasındadır, yazılmamış sonrasında değil.
Bütün hikâyeler kendine bir kadraj kurar ve hikâye hep ortasından başlar. Kadrajın öncesindeki ve sonrasındakiler diye bir şey esasen yoktur, çünkü bu baktığımız hayat değildir. Yakında boşanmış ev hanımı komşumuzun bundan sonra iki çocukla nasıl geçineceğini merak edebiliriz ama kurmacaya bu soruyu soramayız. Ya da sorsak da kurmaca yanıtı vermekle mükellef değildir, dahası alımlanışını buna ilişkin tahminler üzerine kuruyor olamaz. Bir kurmaca bize der ki; anlam ilk gösterdiğim ile son gösterdiğim arasında bir yerde, başka yerde arama.
Peki nasıl olmuş da bu “açık uç” meselesi bu denli yaygınlaşmış? Neden kimse çıkıp da “Bu ne saçma şey, kardeşim” dememiş? Asıl soru bu bence.
Not: Web sitesindeki yorumlar, mutlaka sosyal ağ internet portalının görüşlerini değil, yazarlarının görüşlerini yansıtmaktadır. Hakaret, küfür ve kaba ifadelerden kaçınılması talep edilir. Yorumlar filtreleme sisteminden geçip onaylanır ayrıca bildirim açıklamaları olmadan yorumları silme hakkımızı saklı tutarız.
0 Yorum